Turgay BAKIRTAŞ- ÖMER

Turgay BAKIRTAŞ- ÖMER

Bir şeyler ters gidiyordu. Ömer Başçavuş, yıllar boyunca bilene bilene jilet gibi olmuş sezgilerini asla duymazdan gelmezdi.

 Bir şeyler gerçekten de ters gidiyordu. Askeriyenin o saat gibi şaşmaz düzeninde, o sıkıcı rutinde aksayan bir şey vardı. Dünkü çocuk bile anlardı bunu. Bazı bakışlar değişmişti. Bazı odalarda daha önce çok da yan yana gelmeyen askerler bir şeyler konuşuyordu. Sıcak bir temmuz günü olmasına karşın, normalde kendini eve atmak için mesaisinin bitmesini iple çeken bazı komutanlarda bir gerginlik, bakışlarında bir donukluk vardı. Gözünden hiçbir şey kaçmazdı, bugüne bugün Özel Kuvvetlerin efsane komutanı Zekai Paşanın koruma astsubayıydı. Son bir saat içinde odada kaç sinek uçtu, kaçı sivri, kaçı karaydı, duvara kaç kere kondular, pencereye kaç defa tosladılar hep bilirdi. Komutanıyla birlikte dağlarda da çok gezmişti. Rüzgarı, bulutları, botlarının altında hışırdayan yaprakları Hz. Süleymanın haberci kuşlarını dinlediği gibi dinlerdi.

O günün sabahında Zekai Paşada da bir dalgınlık vardı. Yirmi yıllık komutanını anne-babasından bile iyi tanırdı ama hep sadık ve iyi asker gibi komutanı hakkında kimseyle konuşmazdı. Belki de sıkıntısının kaynağı, hiçbir sıkıntısının sudan sebeplere dayanmadığını bildiği komutanındaki bu dalgınlıktı. Belli ki Paşanın aklını kurcalayan bir mesele vardı.

Eldeki tüm verileri zihninde döndürüp durmasına rağmen bir sonuca varamadı Ömer Başçavuş, bir şey olacaksa bunu yaşayıp görecekti. Zaten çok da beklemedi, sadece birkaç saat sonra karargahta müthiş bir hareketlilik başladı. Uzaktan gelen silah sesleri ve koşturup duran subayların havada asılı kalan kimi kelimeleri, zihninde bir sonuca ulaşamadan dolaşıp duran tüm o verilerin adını koydu: Darbe. Bir darbeye kalkışılıyordu. Ömer Başçavuş bunu fark ettiği anda taş kesildi. Kimler bu işin içindeydi, tehlike ne kadar büyüktü, onlarca generalin, yüzlerce subayın içinde olduğu bir girişimse bu eğer, bir astsubay ne yapabilirdi?

Eylem insanlarıyla, karar insanlarını birbirinden ayıran o kalın çizginin ardında durmuş bekliyordu Ömer Başçavuş, bir ses, bir emir... derken telefonu çaldı, ekranda komutanının adını görünce omuzundan beton bloklar kaldırılmış gibi rahatladı. Duydukları hiç de iç açıcı sözler değildi ama o da bir savaşın içinde hoş cümleler duymayı beklemiyordu.

Zekai Paşa, olan biteni çabucak anlattıktan sonra bir an durakladı ve ardından şöyle dedi:

“Ömer, sana vatanımız ve milletimiz adına tarihi bir görev veriyorum. Tuğgeneral Semih Terzi vatan hainidir, isyancıdır. Onu karargaha girmeden öldür! Bunun sonunda şehadet var. Biliyorsun seninle 20 yıllık beraberliğimiz var. Hakkını helal et”.

Vatanına ve görevine sadık bir askerde iki şey şelale gibidir: Gurur ve cesaret. Ömer Başçavuş da o sadık, şerefli askerlerden biriydi. Komutanı sözlerini bitirdiğinde ne bir gram korku duydu ne geride bırakacaklarını düşündü ne de tereddüd etti. Vazifeyle yüklenmişti, lafı uzatacak degildi. “Başüstüne komutanım, hakkım helal olsun, siz de helal edin!” dedi ve telefonu kapattı.

Kendini vatan uğruna feda etmenin sözünü etmeğe değmezdi. Ancak hain generalin işini bitiremezse şehadeti geride kalanlara fayda sağlamayacaktı. Derhal tenha bir yere geçti, silahını kılıfından çıkardıktan sonra şarjörü kontrol etti, namluya mermi sürdü, emniyeti açtı ve tekrar beline taktı. Binanın giriş kapısına yöneldiğinde heyecanlı ya da ürkek değil, huzurluydu.

Tuğgeneral Terzi, sert ama donuk bir yüzle karargah binasına doğru yürürken etrafında tepeden tırnağa silahlı on asker vardı. Kapıya geldiğinde, Ömer Başçavuşun Fatihasını bitirdiğinden, Kelime-i Şehadet getirdiğinden ve zihninde yalnızca Zekai Paşanın “Sana vatanımız ve milletimiz adına tarihi bir görev veriyorum” diyen sesini taşıdığından habersizdi. “Altı üstü bir astsubay” demişti içinden. “Altı üstü bir astsubay”. Yüzüne bakıp gözünü yormaya değmez.

Ömer Başçavuş on bir kişinin karşısına tek başına dikildiğinde dahi durumun ciddiyetini anlamadılar. Vatanı için bilenmiş bir bıçağın üzerine, o vatanın tekerine sokulmak için yapılmış çomaklar halinde yürüyorlardı.

“Bundan sonra Özel Kuvvetlerin komu...”

Cümle, darbeci generalin alnından giren bir kurşunla ikiye bölündü. İkinci bölümünü kimse duymadı. İhanet çetesi silahlarına davrandı ve o an yüzünde huzurdan başka bir şey olmayan Ömer Başçavuşu kurşun yağmuruna tuttular.

O günün gecesinde nice Ömerler, Mustafalar, Haliller daha şehit oldu. Kimi erkek kimisi kadındı, kimi genç kimisi yaşlıydı, kimi köylü kimi şehirliydi. Ama görenlerin anlattığına göre bir ortak noktaları vardı: Hepsi son nefesini verirken gülümsüyordu.

Özel Kuvvetler Komutanlığından Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallının makamına gelen Özel Kuvvetler Komutanı Yardımcısı Tuğgeneral Semih Terzi, Zekai Paşanın koruma Astsubayı Ömer Halisdemire yönetime el koyduğunu söyledi. Aksakallıdan kesin talimat alan Halisdemir, cuntacı Semih Terziyi alnının ortasından vurarak tarihin seyrini değiştiren ilk kurşunu attı.

PAYLAŞ:                

İRFANDAN

irfandergisi.com

ŞƏRHLƏR

İlk şərhi yazan siz olun!

Şərh yaz