Hac Notları III
Halid bin Velid radıyallahu anh’a Peygamberimiz Efendimiz aleyhisselam’ı sormuşlar. O büyük komutan şöyle cevap vermiş: “Gönderilenin kadri gönderenin kadrincedir.
” Hz. Muhammed aleyhisselam’ı peygamber olarak gönderen Hak Teâlâ’dır.
Hacca gelenler için “Rahman’ın misafirleri” anlamında “Duyufu’r-Rahman” deniyor. Bizim misafirliğimizi bu zaviyeden değerlendirirsek ne büyük bir şerefe nail olduğumuzu daha iyi anlayabiliriz sanırım. Biz Rahman’ın misafirleriyiz. Ev sahibimiz izzet ikram sahibi Rabbimiz olunca alıcısı açık olanlara ne manevi ziyafetler sunulacağını tahmin etmek hiç de zor olmuyor. Kaldı ki bu şehir Peygamber duası almış bir şehir, maddi olarak da aç kalmak neredeyse imkânsız. Her köşede bir sürprizle karşılaşabilirsiniz: Sıcaktan yandığınız bir sırada size buz gibi bir su uzatabilir, bir köşede ekmek dağıtanları, bir köşede hurma dağıtanları görürsünüz ya da akşam ezanından sonra kuruluveren, menüsü hurma ve çaydan ibaret iftar sofralarına misafir olmanızı isteyen hiç tanımadığınız birisi yolunuza çıkıverir.
Misafir oluşumuza sebep olan hac ibadetinin en önemli farzının vakti geliyor. Yeniden ihrama gireceğiz ve Arafat’a çıkacağız. Heyecanlanıyoruz çünkü farz olan hac ibadetini yerine getireceğiz inşaallah.
İhrama girip beklemeğe başlıyoruz. Bu seferki daha farklı olacak. Sanki mahşere doğru gidiş için hazırlanıyoruz. Elimizde en hafifinden olmasına özen gösterdiğimiz, en çok ihtiyaç duyacağımız eşyalarımız var. Gerçekten mahşerde toplandığımızda elimizde ne olmasını isterdik acaba? Bir gün mutlaka görerek öğreneceğiz.
Sünnet olan, tevriye günü yani arefe gününden bir gün önce Mina’ya gidip orada konaklamak, beş vakti orada tamamlamak, ertesi gün de güneş doğduktan sonra Arafat’a geçmek. Çok kalabalık var ve muhtemelen bize söylenen vakitte hareket edemeyeceğiz gibi görünüyor. Tahminimiz doğru çıkıyor. Ancak gece yarısı hareketleniyoruz. İzdihamdan dolayı doğrudan Arafat’a çıkacağız. Telbiyelerle, tekbirlerle, salâvat-ı şerifelerle yol alıyoruz. Sabah namazında Arafat’tayız. Bize Türkiye’den gelen hacıların bulunduğu bölümden yer ayrılmış. Hacca çok kalabalık olarak iştirak eden birkaç ülkeden birisi de Türkiye. Belki de bu yüzden olacak, Türk soylu milletleri Türkiye’nin bölümüne almışlar: Kırgızlar, Kazaklar, Tatarlar, Kosovalılar, Arnavutlar vs. hepimiz bir yerdeyiz. Namazı kılıp biraz istirahat etmek niyetindeyiz. Çünkü buna çok ihtiyacımız olacak.
Görünüş olarak herkes aynı burada: Zengini fakiri, mevkisi makamı olanı olmayanı, yaşlısı genci fark etmiyor, baş açık, ayak yalın, bir de kefen niyetine ihramlarımız.
Efendimiz Aleyhisselam’a haccı sorduklarında: “Hac Arafat(ta olmak)tır.” buyurmuşlar. Arefe günü öğle vaktinden güneş batana kadar çok az bir miktar bile olsa Arafat’ta bulunmak ve vakfe yapmak haccın en önemli farzı.
Peki nedir Arafat ve niye burada bulunuyoruz?
Arafat, “bilme, anlama, tanıma ve güzel koku” anlamlarına gelen bir kelimeden türemiştir. Rivayete göre “Dünyanın her tarafından gelen insanların bu yerde birbirleriyle görüşüp tanışmaları veya günahlarını itiraf ederek Allah’tan af dilemeleri, affedilmelerinden sonra günah kirlerinden temizlenip Allah katında güzel bir kokuya sahip olmaları sebebiyle” bu şekilde adlandırılmıştır. (Bk. B. Erul, E. Keleş, Haccı Anlamak, Ankara 2006).
Arafat affedilmenin yeridir. Oraya gelip, günahlarından pişmanlığını itiraf eden her kula rahmet kapısının açılacağı umulur. Çünkü atamız Âdem aleyhisselam ile Havva validemizin cennetten çıkarıldıktan sonra dünyada ilk buluştukları ve tekrar tekrar af diledikleri yerdir burası.
Malumdur ki Âdem atamız ile Havva validemiz yasak edilen ağaca yaklaştıkları için cennetten çıkarılmışlar ve birbirinden uzak olarak yeryüzüne indirilmişlerdi. Yıllarca ağladılar, Allah’tan af dilediler. Rivayetlerde Adem aleyhisselamın en sonunda Allah’tan Hz. Muhammed aleyhisselam hatırına af dilediği ve bu sebeple affedildiği kaydedilir. Bundan sonra her ikisi de kendilerine yol gösteren meleğin ardı sıra Arafat’a gelmişler, Cebel-i Rahme’de buluşmuşlar ve yine Rabbimizden af dilemişlerdi. Cenab-ı Hak onları affettiği gibi onların neslinden kıyamete kadar gelenleri bu zaman ve bu mekânda af dilemeleri durumunda affedilecekleri vaadini de verdi. (Bk. Osman Nuri Topbaş, Qebul olunacak Hacc ve Umre, Bakı 2007) Biz de affedilenlerden olmayı ümit ediyoruz inşallah.
O büyük mahşer gününün küçük bir provasını yapmak üzere buradayız. Kimimiz Kur’ân-ı Kerim okuyor, kimimiz namaz kılıyor, kimimiz sessizce ağlayarak dualar ediyor. Herkes kendi derdinde. Aynen mahşer günündeki gibi.
Kuşluk vakti hoparlörlerden umumi yayın başlıyor. Bir hafız efendi çok güzel bir aşr-ı şerif kıraat ediyor. İlahiler, kasideler, va’z ü nasihatler, telbiye, tekbir ve salâvat-ı şerifeler ortalığı kaplıyor. Hepimiz kulak kabartıyoruz. Hacıların, bulundukları yerin ve zamanın ruhaniyetine hazırlanması bakımından çok güzel bir uygulama olarak kayda geçiyoruz.
Arkadaşlarımızla beraber çok sevdiğimiz bir büyüğümüzün bulunduğu çadırda vakfe yapmak üzere hareketleniyoruz. Öğle ezanları başlıyor. Öğle ve ikindi namazlarını, öğle namazı vaktinde birleştirerek kılacağız inşallah. Cem-i takdim deniyor buna. Oldukça kalabalık olan çadırda tek ezan, iki kametle namazlarımızı kılıyoruz.
Namazın ardından bir abdest ve yemek arası veriyoruz. Sonra vakfe başlıyor. Önce bir hoca efendinin yaptığı vakfe duası ulaşıyor herkese hoparlörden, ardından bulunduğumuz çadırdaki vakfe duası başlıyor. Bu mübarek yerde, bu mübarek zamanda ve bu mübarek insanlarla vakfe yapmak ve vakfe duasına iştirak etmek bizim için apayrı bir şükür vesilesi oluyor.
İç dünyamıza dönüyoruz, muhasebe yapmanın vaktidir. Hesap gününde yalnız kalma ihtimalimiz içimizi kavuruyor. Dua ediyoruz, Allahım bizi mahşerde de böyle buluştur, cennette de cemaline kavuştur diye.
Akşama doğru bir telaş başlıyor herkeste. Affolunmanın ümit ve heyecanı ile bayram yapmaya hazırlanıyoruz. Akşam Müzdelife’ye gideceğiz. Yarın sabah da Mina’da bayram.
18.02.08 Bakü
ŞƏRHLƏR