Prof. Dr. Ömer Aslan ilə Reportaj

Prof. Dr. Ömer Aslan ilə Reportaj

1. Bir Quran müəllimi olaraq Quran dedikdə ilk öncə nə düşünürsünüz, ağlınıza nələr gəlir?

  Kur’an muallimi denilince akla bir şey değil, pek çok şey gelir. Bir kere böyle bir durumda ortada iki tane çok değerli varlık söz konusudur. Bunlardan biri Yüce Yaratıcı’nın kelamı ve İslam’ın temel kaynağı “Kur’an”, diğeri de böyle yüce bir kitabı öğretme makamı olan “muallimlik”. Bu arada, Kur’an muallimi derken, Kur’an’ın ilk mualliminin Hz. Peygamber (sav) olduğunu da hatırlatmak gerekmektedir. Bu yönüyle Kur’an muallimliğinin dinimiz açısından ne kadar şerefli ve yüce bir meslek olduğu hususunda çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Nitekim sevgili Peygamberimiz (sav) bu hususta şöyle söylemiştir: “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve onu insanlara öğretendir.” Dolayısıyla insan hayatının en önemli hsuslarından biri, Kur’an öğrenmek ve öğretmektir. Kur’an öğrenmek ve öğretmek, yani Kur’an muallimliği, aynı zamanda Rasulüllah (sav)’ın bir emridir. O, “Kur’an’ı öğrenin ve öğretin, onu okuyun ve okutun” buyurarak, bu işin bir vecibe olduğunu ifade etmektedir. Kur’an muallimi bu yönüyle de, dini bir vecibeyi yerine getirmenin hazzını yaşamaktadır.

            Böyle olmakla birlikte bu mesleğin sorumluluğu da oldukça fazladır. Allah (cc), böyle bir imkanı her kuluna nasip etmemektedir. Bu mesleğe sahip olanlara şunu hatırlatmak gerekir ki, bu bizlere Allah’ın bir lütfudur. Bunun kıymetini ve sorumluluğunu çok iyi bilmemiz gerekir. Unutmamak lazımdır ki nimet, külfetle doğru orantılıdır. Zahmetsiz rahmet olmaz. Bunun için sadece muallimlik sıfatı kifayet etmez. Kur’an muallilminin Kur’an ahlakını da kendisine şiar edinmesi gereklidir. Nitekim Kur’an’ın ilk muallimi Hz. peygamber’in ahlakı da Kur’an idi. Onun ahlakını soranlara Hz. Aişe (ra) validemiz; “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz, Onun ahlakı Kur’an’dı,” şeklinde cevap vermiştir. Bu sebeple Kur’an mualliminin de, ilk muallimin, yani Hz. peygamber’in izinden gitmesi ve Onun ahlakıyla ahlaklanması gerekmektedir.

            Kur’an muallimliğinin kıymetine bir sınır koymak, özellikle de manevi değerlerine bir mikyas tayin etmek oldukça zordur. Allah (cc), pek çoğumuzun bildiği bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Kur’an-ı biz indirdik, Onun koruyucuları da biziz.” (Hicr, 15 / 9) Bu ayet-i kerimede Yüce Allah’ın “Biz” ifadesini kullanması çok manidardır. “Biz” denilirken, bu “Biz” çoğul zamiri içerisinde Kur’an muallimlerinin de yer aldığı açıktır. Elbetteki Kur’an’ı koruyan onu muhafaza eden bizzat Allah (cc)’ın kendisidir. Lakin Allah (cc), onu muhafaza edip, korurken, adeta hafızlar ve Kur’an muallimlerini de onu korunmakla görevlendirmiştir. Allah (cc), hafızlar, Kur’an muallimleri ve diğer Kur’an hadimleriyle Kur’an’ı muhafaza etmektedir. Yani hafız ve Kur’an muallimleri onun korunmasında aktif rol alarak ayetteki “Biz” ifadesi içerisindeki yerlerini almışlardır. Hal böyle olunca, hafızlar, Kur’an muallimleri ve diğer Kur’an hadimleri “Biz” zamiri içerisinde Allah (cc) ile bir arada zikredilmektedirler. Bir insan için bundan daha önemli bir mertebe söz konusu değildir. Nitekim bir hadislerinde de Pygamber (sav) efendimiz; “Ümmetimin en şereflileri Kur’an’ı ezberleyenlerdir” buyurarak, bunun ehemmiyetine işaret etmektedir.

 

2.      Quranın bəşəriyyətə mesajı nədən ibarətdir? Quranın mesajını necə anlamalıyıq?

            Bu süal hakikaten sıkça sorulması gereken sorulardan biridir. Her şeyden önce şunu unutmamak gerekir ki, Kur’an’da “Ya eyyuhe’n-nas! – ey insanlar”, “Ya eyyuhe’l-lezine amenu! – ey iman edenler!” ve “Ya eyyuhe’l-lezine keferu! – ey kafirler!” şeklinde başlayan hitap cümleleri vardır. Dikkat edecek olursak Kur’an, genelde tüm insanlara toptan ve özelde de mümin ve kafirlere hususan hitap etmektedir. Kısacası Kur’an’ın hitabı tüm insanları kuşatmıştır. Dolayısıyla hangi din ve inançtan olursa olsun Kur’an’ın muhatabı tüm insanlardır. O sadece belli bir zümreye, belli bir sınıfa, belli bir bölge veya ülkeye değil, tüm insanlara ve tüm dünyaya hitap etmektedir. Başka bir ifade ile o, hiçbir varlık ve şahsı saf dışı bırakmayıp her dakika ve saatte herkese el uzatmaktadır. Kısacası o, Mevlana’nın ifadesiyle; “ne olursan ol, yine de gel!” davetini her zaman yinelemektedir.

            O, kendisini tanımlarken, “insanlar için bir reheber, bir hidayet ve kurtuluş yolu olduğunu” ifade etmektedir: “Hiç şüphesiz bu Kur’an, en sağlam, en doğru ve en güçlü olana ulaştıran, götüren bir mesajdır” mealindeki ayetiyle, doğruyu bulmak isteyen insanlar için bir kılavuz olduğunu hatırlatmaktadır. Dolayısıyla o, insanlığın tek kurtuluş reçetesidir. Bununla birlikte reçeteyi kullanıp kullanmamak, tamamen insanların kendi iradelerine bırakılmıştır.

            Onun mesajının nasıl anlaşılması hususuna gelince, böyle bir sualin cevabı ancak, Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunun tanınmasıyla mümkün olabilir. Bunun için de önce şunu unutmamak gerekir ki o, bir ukba (ahiret) değil, bir dünya kitabıdır. Dolayısıyla o, insanların ölülerine değil, dirilerine hitap etmektedir. Netice itibariyle o, bir hayat kitabıdır. Üzülerek ifade edelim ki, onu mezarlıklara, kabristanlıklara hapseden insanların, huzur-i ilahideki hesapları çok çetin olacaktır. Hele para pul kazanmak uğruna onu bir sömürü aracı olarak kullanmanın bedelinin nasıl ödeneceğini düşünmek bile oldukça zordur. Bunlar Kur’an adına yapılan en büyük haksızlıklar arasında yer almaktadır. Bu hususu ifade etmesi bakımından, merhum Mehmet Akif Ersoy’un şu veciz sözlerini zikretmekte fayda vardır:

            Ya açar bakarız, Nazm-i Celil’in yaprağına,

            Ya da üfler geçeriz, bir ölünün toprağına,

            İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,

            Ne mezarlıkta okumak, ne de fal bakmak için.

Müslüman toplumlar olarak bizlerin Kur’an’a yaklaşımı, yabancılara da örnek olmaktadır. Onlara kötü örnek değil, güzellikler göstermek durumundayız.

            Kur’an bize Rabbimizden, Sevgilimizden gelen bir mektuptur. Çok yakın bir akrabamız olmasa bile herhangi bir arkadaşımızdan gelen mektubu anlayabilmek için, onu defalarca okuduğumuz olmuştur. Hatta, yabancı bir dille yazılmış mektuplkarımızı okutabilmek için para ile tercümanlar bulduğumuz bile olmuştur. Hal böyle olunca nasıl olur da Mevla’mızın bizlere gönderdiği mektuba karşı duyarsız kalırız?  Bilindiği gibi Kur’an’ın hem lafzı, hem de manası mucizdir. Böyle olmakla birlikte lafzın var oluş amacı manadır. Manayı muhafaza etmektir. Bu sebeple, onu sadece lafız olarak okumak kifayet etmemektedir. Onu okumaktan kasıt, onun mana derinliklerini keşfetmektir. Verdiği mesajı anlamak, ya da en azından anlamaya çalışma gayreti içerisinde olmak gerekmektedir. Burada yine Mehmet Akif’ten bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. O şöyle demektedir:

            Doğrudan doğruya Kur’an’dan alarak ilhamı,

            Asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı.

Buna göre Kur’an’ı ve onun mesajını anlamanın bir yolu da, onun bulunduğu asrı tanımaktan geçmektedir. Bunun için de asrın ihtiyaçları ve insanların bilgi ve anlayış biçimleri de her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.

 

3.      Bilindiyi kimi Qurani-Kərim Hz. Peyğəmbərimizin ən böyük möcüzəsidir. Niyə məhz Qurani-Kərim? Bunun hikməti nədir?

            Elbette öyledir. Yani Hz. Peygamber’in en büyük mucizesi Kur’an’dır. Kur’an sadece Onun en büyük mucizesi değil, o aynı zamanda gelmiş geçmiş tüm mucizelerin de en büyüğüdür. Zira Kur’an dışında gösterilen mu’cizelerin hepsi bir anlıktır, gelip geçicidir, yani bulunduğu zamana aittir. Adeta o devrin insanlarına hitap etmektedir. Halbuki Kur’an böyle değildir. O, evrensel, gelmiş, geçmiş ve gelecek tüm zamanları kuşatan bir niteliğe sahiptir. Yani onun mu’cizliği belli bir durum ve zamanla, yani sadece Hz. Peygamber (sav) dönemiyle sınırlı olmayıp, kıyamete kadar devam edecektir.

            Burada muciz, ya da mu’cize derken bir hususun altını çizmek gerekmektedir. Bilindiği gibi, mu’cize demek; insanların, bir benzerini getirmekten aciz oldukları şey demektir. Bu yönüyle elbetteki Kur’an da mu’ciz bir kitaptır. Fakat onun mu’ciz olmasını her zaman, illa da insanları aciz bırakma gibi bir iddia taşıdığı anlamında algılamamak gerekir. O, insanlara, “...hadi öyleyse onun bir benzerini getirin...” derken, aslında insanları bir hareketin içerisine davet etmektedir. Böylece insanlar, hem aktif bir çabanın içerisinde olacaklar, hem de ulaştıkları sonuçla Kur’an’ın icazkar yönlerini görmüş olacaklardır. Bu hareketlilik de kıyamete kadar devam edecektir.

             

 

 

4.      Uşaqlarımıza Quran təlimi nə zaman və necə başlamalıdır?

            Bir kere her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki, dinimize göre ilmin yaşı ve sınırı yoktur. Zira onun yeri beşikten mezara kadardır. İlk bakışta belki garip gibi gelecektir ama, bu çok enteresan bir anlayıştır. Bugün, ilmin anne karnında öğretilmeye başlandığını ve pedagogların da bu hususlarda çalışmalar yaptığı bilinmektedir.

Yaygın eğitim olarak, Kur’an öğretimi için illa da belli bir yaş tayin etmek şart değildir. Bu husuta ebveyne büyük görevler düşmektedir. Örgün eğitimdeki yazılı öğretime geçmeden önce, çocuklarımıza aile içerisinde sözlü olarak bir takım Kur’an cümleleri öğretilebilir ve de öğretilmelidir. Bu Kur’an öğretimi için ilk aşamadır. Daha sonra (5-7 yaşlarında) örgün eğitime geçilebilir, yani çocuklarımıza yazı ile Kur’an öğretimine geçilmelidir. Bu aşamada çocuklarımız için çok net bir yaş tayini vermek belki zor olacaktır ama, onlar için Kur’an öğrenme yaşları genel olarak ilk mektebe başlama yaşlarıdır.

      Kur’an talimi için ebeveynin çok büyük bir mesuliyrti vardır. Ahalak ve maneviyatına, vatan ve milletine, bayrak ve toprağına, milli birlik ve bütünlüğüne sahip çıkması istenen çocuklarımızın bu duyguları kazanmasında Kur’an talimnin yeri çok büyüktür. Çocukları geleceğe hazırlamak anne ve babaların görevidir. Hz. Peygamber (sav) de, “Çocuğuna Kur’an öğreten anne ve babaya kıyamet gününde taç giydirilir” buyurarak anne ve babaları bu yönde teşvik etmiştir.

 

5.      Quran təlimi ilə dünyəvi elmlər arasına bir zidlik mövcuddurmu? Sizcə bu düşüncə nə qədər doğrudur?

            Bir kere böyle bir soru sorarak, Kur’an’ı dünyevi ilimlerin dışına çıkarmak çok yanlıştır. Dğrudur, Kur’an bir din kitabıdır ama o, bir ahiret kitabı değil, tam aksine o bir dünya kitabıdır, yani dünyevidir. onun muhatapları da dünyalılardır, öbür dünyalılar değil. Kur’an, insan oğluna; “Rabbının adıyla oku!” ilim öğren, derken, kainat kitabının (tabiatın – evrenin) okunmasını emretmiştir. Hal böyle olunca onun dünyevi ilimlerle çelişmesi söz konusu değildir. Fakat bununla birlikte onun bir tıp, bir tarih, coğrafya, hendese, fizik, matematik ve bir kimya kitabı olmadığı da bilinmelidir. O bir tıp kitabı değildir, ama tıptan bahseder. o bir tarih, coğrafya, hendese, matematik, astronomi ve kimya kitabı değildir, ama zaman zaman bu vb. sahalardan bahseder. böyle olmakla birlikte detaya girmez, sadece temel bazı hususiyetleri ifade eder.

            Kur’an’ın bu sahalardan herhangi birine ait bir kitap olmaması, onun dünyevi ilimlerle çelişeceğini ortaya koymaz. Bu manada Kur’an, bir dünyevi ilim kitabı değildir, ama onlarla da çelişmez. “şayet bilmiyorsanız, bilenlere (mutehassızlara, işin uzmanlarına sorunuz” hitabiyla insanları hem dünyevi hem de uhrevi ilimleri öğrenmeye davet etmektedir.

            O, “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu,” ifadesiyle ilmin ve alimin ehemmiyetini ortaya koymuş ve insanları ilme teşvik etmiştir. Zira şurası da bir realitedir ki, insanlar ne kadar çok bilgi dinirlerse, Kur’an’ı da o derece doğru anlarlar. Kur’an’ın anlaşılması, ilmin inkişafına bağlıdır. Başka bir ifade ile; Kur’an’ın anlaşılması, ilmin artması ile doğru orantılıdır. Nitekim Kur’an da yüz elliden fazla ayetiyle insanları, akletmeye, tefekkür, tezekkür, tedebbür ve ilme teşvik etmektedir.

            O öyle bereketli bir kitaptır ki, o her an ve zamanda insanların ufkunda yeni bir kapı açmaktadır. Yeryüzünde hiçbir kitaba nasip olmayan (buna Tevrat İncil ve diğer kutsal kitaplar da dahil) doyumsuz yaklaşımlar sadece Kur’an’a nasip olmuştur. Nazil olduğu günden bugüne kadar Kur’an aşıkları ona doymamışlardır. Her devrin alim, araştırmacı ve müfessirleri onun sonsuz ilim deryasından cevherler çıkarmaya devam etmektedirler. Hz. Peygamber (sav), bu hususta şunları söylemiştir:  “Kur’an Allah’ın sağlam bir ipi, açık bir nûru, hikmet dolu bir zikri ve sırat-ı müstakîmdir. Alimler ona doymaz, mattakiler ondan usanmaz, onun ilmine sahip olan ileri gider, onunla hükmeden adaletle hükmeder. Ona sımsıkı sarılan doğru yola hidayet bulur.” Yine başka bir hadis-i şerifte de şöyle demiştir: “Onda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberleri ile sizinle ilgili hükümler vardır. O bir eğlence vasıtası değildir. Hak ile bâtılı ayıran bir kelâmdır. Onu kibirlenerek terk edenin Allah belini kırar. Kim doğru yolu ondan başkasından ararsa Allah onu sapıklığa düşürür. O Allah’ın sağlam ipidir ve apaçık nurudur. Hikmet dolu bir Kitap’tır ve doğru yoldur. Nefsânî arzuların sapıtmamasına, görüşlerin dağılmamasına yegâne sebep odur. Âlimler ona doymaz, Allah’tan korkarak günah işlemekten çekinenler ve ondan usanmazlar. Onun ilmini bilen ileri gider, onunla amel eden sevap kazanır. Onunla hükmeden adalet eder. Ona sımsıkı sarılan doğru yolu bulur.”

            Bunlardan hareketle şu sonuca varabiliriz: Bir kere her şeyden önce, Kur’an’ın sadece bir ahiret kitabı olduğu zannından şiddetle kaçınmamız gerekmektedir. Onun sadece uhrevi değil de, dünyevi bir kitap olduğunu daha iyi anlayabilmek için, her sahadan alimlerin onu anlama faaliyetlerine katılmaları gerekmektedir. Bilgisayar çağını yaşadığımız şu günlerde sadece ilahiyat, ya da sadece felsefe ve yahut da sadece astronomi ile meşgul olan ilim adamlarının Kur’an’ı anlamaya yönelik çalışmaları, onu anlama noktasında eksik kalacaktır. Bunun için tüm ilim dallarının kolektif hareket etmesi gerekmektedir. Kur’an’ın sadece bir ahiret kitabı değil, aynı zamanda dünyevi bir kitap olduğunun anlaşılması için böyle bir çalışma kaçınılmazdır. 

PAYLAŞ:                

İRFANDAN

irfandergisi.com

ŞƏRHLƏR

İlk şərhi yazan siz olun!

Şərh yaz