PEYGAMBER SEVDASI HER DERDE DEVADIR
Latince “missio” kelimesinden türemiş olan Misyon (mission), bir dinin tebliğini yapmak demektir. Bu tebliği yapana da misyoner (missionary) denir. Misyonerlik genel itibariyle her din için kullanılabilecek bir kavram olmakla bugün daha çok hiristiyanlıkla özdeşleşmiş gibi görünmektedir. Dünyadaki mevcud misyonerlik kuruluşlarının ve misyonerlerin, ülkeden ülkeye farklılıklar göstermekle birlikte, bu sayıların çok yüksek olduğu muhakkaktır.
İlk dönemlerde dini bir faaliyet gibi görünen bu hareket daha sonralar büyük devletler ve uluslararası büyük güçlerin politikalarında kullandıkları birer araç haline gelmiştir.
Ötedenberi müslümanlara karşı sürdürülen misyonerlik faaliyetleri 19. yüzyılda daha belirgin hale gelmiştir. Osmanlı devletinin ekonomik, sosyal ve siyasal alanda zayıflaması başta Anadolu olmak üzere tüm İslam coğrafyasında yapılan misyonerlik faaliyetlerini artırmıştır. Bu dönemde misyoner teşkilatların sadece Anadolu da açtıkları okul sayısı 800`ü geçmiştir.
Sovyetler Birliğinin dağılması ile de kardeş Cumhuriyetler, akraba ulus ve topluluklarda yoğun bir misyonerlik faaliyetlerinin yürütüldüğü müşahede edilmiştir. Bu misyonerlik faaaliyetlerinin dini duygu ve amaçlarının yanısıra siyasi hedefleri olduğu da bilinmektedir.
Batı dünyasında kilise kendi vatandaşlarına söz geçiremezken ve kendi insanının dinlerine ilgisi azalırken bu faaliyetlerin üçüncü dünya ülkelerinde diğer bir ifade ile gelişmekte olan ülkelerde, hususi ile de ortak paydası islam olan coğrafyada yaygınlaşması dikkat çekmektedir.
Başta Azerbaycan olmak üzere Kafkaslarda ve Ortaasyada milli birlik ve bütünlüğe zarar verecek unsurlar içermektedir.
Misyonerlerin daha önceki yıllarda Azerbaycanda Ermeni terörcüleri tarafından işgal edilen toprakların geri alınması konusunda halkın inancını yıkma gayretleri bilinmektedir. 2000 yılına kadar halkın yüzde yirmisinin hiristiyanlaştırmak olduğunun farkına varan milli ve manevi değerlerine bağlı vatanperver Azerbaycan halkının hususi ile de gençliğinin gösterdiği tepki çok yerinde olmuştur.
Azerbaycan Milli Meclisinin 27 Aralık 1986 tarihinde bu misyoner teşkilatların faaliyetlerinin durdurma kararı alması, merhum Umummilli lider Haydar Aliyev Cenablarının da 8 Ocak 1997`deki kararnamesi ile bu tepki daha bir anlam kazanmıştır.
Elbette bizim medeniyet anlayışımız tarih boyunca her din ve inançtaki insanın kendi inanclarını huzur içinde yaşaması için gerekli ortamı teşkil etmiş ve büyük bir hoşgörü ile karşılamıştır. Fakat bu hoşgörü ve inancın dini amaçları dışında büyük hesablar için kullanılmasına ise hiç bir şekilde sıcak bakmamıştır.
Merhum Umummilli liderimiz H. Aliyevin “Azerbaycan gençliği milli ve manevi ruhta terbiye olunmalıdır” sözleri bu tür tehlikelerin panzehiri olmuştur.
Biz insanımıza özelliklede genç nesle Peygamber efendimiz ve ehl-i beyt sevgisini gerektiği gibi verebilsek hiçbir harici güç onu etkileyemez. Peygamber efendimiz “Vatan sevgisi imandandır.” buyurmaktadır. Bu duygularla yetişmiş bir gençliğe sahip ülkenin geleceği aydınlıktır. Bu sevginin temel amacı Azerbaycanda milli ve manevi değerlere bağlı, vatanını, milletini, toprağını ve bayrağını seven bir gençliğin yetişmesidir.
Peygamberimizin Kutlu Doğum günü vesilesi ile de bizi ona yaklaştırarcak birkaç hususu zikretmekte fayda var. Çünkü O nun bu aleme şeref verdiği Rebiülevvel ayında semanın kapıları, müminlere rahmet ve bağışlanma olarak açılmıştır. İmanın en temel şartlarından biri de Peygambere hususi ile de Peygamberimize inanmak ve onu yürekten sevmektir. Peygamber efendimize yakınlaşabilmek, akıldan ziyade muhabbet ve aşkla mümkündür. Onun nur cemali, aşıkların nazarında bütün dünya varlığını gölgede bırakmıştır. Yüce gönüller Onun en ufak bir arzusuna “ Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah!”diye cevap vermişlerdir.
Allah Rasulu (sav) kendini yürekten sevenlerin kıyamete kadar devam edeceğini bir hadisi şeriflerinde şöyle beyan buyurmaktadırlar. “ Benden sonra, ümmetimden beni bir defa görmek için ehli ıyalini ve malını feda etmeye hazır nice insanlar gelecektir”. Rabbimiz bizleri bu hadisi şerifin muhtevasına dahil eylesin.
Türk-İslam Dünyasının büyük mütefekkirlerinden Hoca Ahmet Yesevi 63 yaşına geldiği zaman “Peygamberimiz 63 yaşında vefat etti. O bu yaştan sonra yeryüzüne ayak basmadı” diyerek kendisine toprağın altında temsili bir mezar kazdırarak ömrünün geri kalan kısmını orada sürdürmüştür.
“Muhabbetten oldu Muhammed hasıl,
Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl?!.” diyen Bezm-i Alem Valide Sultan Peygamberimizin muhabbeti olmadan kainatta hiçbir şeyin anlamı olmayacağını ne güzel ifade ediyor.
“Tecallayı cemalinden habibim nev-bahar ateş!
Gül ateş, bülbül ateş, sünbül ateş, hak-u har ateş!!” mısraları ile hak dostlarından M.Esad Erbili de Peygamberimize olan hasreti yanık bir gönülle dile getirmektedir.
(Habibim senin güzelliğinin tecelli ederek ortaya çıkmasından dolayı, sana aşık olan ilkbahar ateş, gül ateş, bülbül ateş, sünbül ateş, toprak ve diken ateş!..)
Yunus Emre de Peygamberimizi görebilme aşkıyla yanan gönüllerden sadece birisidir.
“Araya araya bulsam izini
Ayağının tozuna sürsem yüzümü
Hak nasib eylese görsem yüzünü
Ya Muhammed canım arzular seni”
Ey bad-ı saba uğrarsa yolun semti Haremeyn’e
Tazimimi arz eyle Rasulussakaleyne! diyen irfan ehli tazimini ve selamını Peygamber efendimize sabah rüzgarı ile bile olsa ulaştırabilmenin heyecanını ve sevdasını yaşıyor yüreğinde…
Akan tüm ırmakları, suları Peygamberimizin ayağının değdiği toprağa ulaşayım diye ömürler boyu başını taştan taşa vurarak gezmesi olarak remz eden “Su Kasidesi” ni yazan Muhammed Fuzuli hicranlı gönüllere tercüman olmaktadır:
“Dest-buse arzusu ile ölürsem dostlar
Kuze eylen topragum sunun onunla yare su”
(Ey dostlar! Şayet ben Hazreti Peygamberin elini öpme arzusu ile ölürsem, toprağımdan bir testi yapın ve onunla O yüce sevgiliye su ikram edin!)
İşte bu peygamber aşıklarının hepside Anadolu toprağından, Azerbaycan torpağından Kafkaslardan, Ortaasyadan velhasılı Türk-islam coğrafyasından çıkmışlardır. Bu torpaklar asırlarca Allah ve Peygamber sevdası ile yoğrulmuştur.
Bugün yüreğimizdeki yer yer küllenen peygamber sevgisini yeniden keşfetmeyeliyiz. Bazen yaşadığımız 21. asırdan, Peygamber efendimizin yaşadığı “Saadet Asrı”na bir yolculuğa çıkabilmeliyiz. Bazen de onun şefkatini, merhametini, cömertliğini, vefasını, hoşgörüsünü muhabbetini velhasılı Onu yüreğimize ve günümüze taşıyabilmeliyiz...
ŞƏRHLƏR